29 Ocak 2015 Perşembe

Günümüzde ketçap, mayonez ikilisi yemeklerimize enfes tatlarıyla renk katmaktadır. Ancak bu gün her yerde bulunan ketçap, 1830'lu yıllarda ilaç olarak satılırdı

ketçap

27 Ocak 2015 Salı

Sürüngenlerin(yılanlar vs.) deri değiştirdiğini herkes bilir. Ancak deri değiştirme sadece sürüngenlerde olmaz. İnsanlarda da en dış tabakadaki deri işlevini yitirebilir ya da çevresel faktörlerle zamanla ölü deri haline gelir. Ancak korkmayın bunun olması gayet doğal ve olması gerekendir. Örneğin yaz aylarında tenimize fazla güneş ışığı temas ederse deri kızarır ve ölür. Alttan da genç deri dedesinin görevini yapmak üzere işbaşına geçer. Ortalama normal bir insan hayatı boyunca yaklaşık 22 kilogram ağırlığında deri atar.


deri

26 Ocak 2015 Pazartesi

-Bir insan burnunu tıkarsa "nnnnn" sesini çıkaramaz. Bunun sebebi ise bu sesi geniz etimizin yardımıyla çıkarıyor olmamızdır. Hatta nezle olduğumuzda sesimizin değişmesi de bu sebepten dolayıdır. Çıkardığımız her ses geniz ve burun deliklerinin yardımıyla şekil alır.


24 Ocak 2015 Cumartesi

kalp resmiAşık olduğumuzda beynimiz "phenylethylamine" üretir. Bu kalp atışınızı hızlandırır ve sizi mutlu yapar. Bu kimyasal madde çikolatada da vardır.
  Bazı sarhoş arkadaşlarımızın yaptığı en büyük yanlışlardan biri de ayılmak için kahve içmeleridir. Kahvenin uyku açtığını herkes bilir ve çoğu kişi de ben gibi sabahları içmeye bayılır. Kahvedeki kafein mutluluk hormonu salgılar. Ancak kafası güzel arkadaşlarımız ayılmak için kahve içmemelidirler çünkü aksine kafein alkolün etkisini arttırır. Kafanız güzelse ve ayılmak istiyorsanız kahve değil ayran için ;)

23 Ocak 2015 Cuma

1. Beynimizin depolama kapasitesi ne kadardır?

Northwestern Üniversitesi’den psikolog Paul Reber “İnsan beyninde yaklaşık 100 milyar nöron bulunuyor. Bu nöronların her biri ortalama 1000 bağlantı kuruyor ve bu da yaklaşık 1000 potansiyel sinaps anlamına geliyor.Verilerin depolandığı bu sinapsların toplam sayısına baktığımızda 100 trilyon veri noktasına yani kusursuz işlenen bu bağlantılar beyinde 100 TB’lık bir depolama alanına ulaştırıyor.”

2. Vücudumuzun dayanabileceği en yüksek ateş kaç derecedir?

Prof. Ahmet Karadeniz “Ateşin yükselmesi vücudun doğal bir savunma yöntemi. Genel olarak vücudun ısısının yükselmesiyle birlikte bakterilerin optimum yaşama ısıları değişir. İstedikleri ısıyı bulamadıkları için de ölürler.Ama ateş 42 dereceyi bulduğu zaman insanın kendi vücut proteinleri de yumurta akının katılaşması gibi bozulmaya başlar.”

3. Kulaklarımızın erişebileceği en hassas ses düzeyi kaçtır?

İnsan kulağı 20 Hertz(R&B konserindeki bas gitar) ile 20 000 Hertz(sivrisinek vızıltısı) arasındaki sesleri duyabildiği düşünülüyordu.Fakat su altındaki dalgıçların işitme testlerini yapan bir araştırmacı dalgıçların 100 000 Hertz’e kadar ki frekansları algılayabildiğini gördü. Araştırmacıya göre ses, kafa kemikleri üzerinden titreşim halinde direk beyne ulaşıyor.

4. Sadece su içerek kaç gün aç kalınabilir?

Vücut ağırlığınızın yüzde 30’unu kaybedin, her an ölebilirsiniz, ama açlıktan önce olasılıkla bir hastalık yüzünden.Dünyada doktorlar bir insanın aç kalarak ama su içerek 56 güne kadar yaşayabildikleri konusunda hem fikir. Vücudumuzdaki yağ miktarı, metabolizma hızı, hava sıcaklığı ve kararlılık bu sürede en belirleyici etkenler.

5. Koşarak ulaşabileceğimiz en yüksek hız ne kadardır?

Kısa mesafe koşucusu Usain Bolt 2008′deki olimpiyatta 100 metreyi 9.58 saniyede koşunca ‘Bir insanın ulaşabileceği en yüksek hız bu mudur?’ sorunu merak eden araştırmacılar elde ettiği sonuçlar çerçevesinde bir gün birinin 100 metreyi 9.48 saniyede koşabileceği sonucuna ulaştılar.

6. En yüksek kan kaybı sınırı yüzdesi nedir?

Kanınızın yüzde 30’u akıp gitse de yaşarsınız. Yüzde 40’a ulaşırsa acil kan nakline ihtiyacınız olur.

7. Alabileceğimiz en yüksek kilo ne kadardır?

Obezite merkezinde doktor olan Gregg Kai Nishi ” Normal bir insan 5G kuvvete dayanabilir sonraki kuvvetlerde bayılır. Bu da 350 kg ağırlığında olmaya denktir. Bunun üstüne çıkan insanlar genelde yaşamıyor.” Gelmiş geçmiş en kilolu insan olarak kayıtlara geçen Jon Brower Minnoch yaşayıpta 635 kiloya çıktığını görmüş tek insan. 1983 yılında 42 yaşında hayata gözlerini yummuştur.

8. Su içmeden kaç gün yaşayabiliriz?

Bir çok kaynakta “Avustralyalı bir genç 1 Nisan 1979 da tutuklanmış, hücreye konulmuş ve 18 gün orada unutulmuş. Bulunduğunda susuzluk ve açlıktan ölmek üzereymiş.” bilgisi mevcut. İngilizce kaynaklara baktığımızda gencin susuzluğunu gidermek için duvardaki fayanslarda biriken nemi yalayarak hayatta kalmayı başardığı söz konusu.Günde kaybettiğiniz yaklaşık bir litre suyu yerine koymazsanız, bir haftadan fazla dayanamazsınız.

9. Oksijen desteği olmadan çıkabileceğimiz en fazla yükseklik ne kadardır?

Dünyanın en yüksek dağı olan 8.848 metrelik Everest’in zirvesine tırmanma denemeleri bir çok kez haberlere konu olmuş ve bu başarıya ulaşanların geneli oksijen desteği alarak amaçlarına ulaşmıştır.1981′de 14 bilim adamı oksijen desteği olmadan Everest’e tırmanmaya çalıştı. Ama içlerinden sadece ikisi zirveye ulaşma başarısı gösterdi. Vardıkları sonuç bir insanın irtifa toleransı Everest’in yüksekliğinden sadece biraz fazla.

10. Gözlerimiz ayırt edebildiği en fazla renk sayısı kaçtır?

Ortalama bir insan gözü yaklaşık 900 bin rengi ayırt edebiliyor. Tetrakromat denen ve insanoğlunun son bin yıldaki en büyük evrim aşaması olarak gösterilen özelliği (tetrakromasi) sahibi insanlar, dört renk tayfında yani normal bir insandan daha fazla renk görüyorlar. Bunun sebebi de gözde normal insanda üç olan yerine dört tane yüksek duyarlıklı ışık alıcısı hücre tipi bulunması.Şimdiye kadar iki veya üç kişi potansiyel tetrakromatlar olarak tanımlandı. Eğer üç daireyi de aynı renkten noktalarla dolu görüyorsanız normalsiniz. Farklı bir şey (örneğin her dairenin içinde farklı renklerde harfler) görüyorsanız tetrakromat olabilirsiniz.
Kutsal Kase

Bir çobanın hayvanlarını otlatırken bulduğu GöbekliTepe, arkeolojik açıdan çok önemli; kazılarda 2014'de dek insan kemiği bulunamadığı için kesin olmasa da Milattan önce 12. yüzyıla tarihleniyor.

Hakkında pekçok iddia, söylenti ve modern-efsaneler mevcut.

Hazreti İbrahim'in Tapınağı olduğunu, Sirius'a tapmak için inşaa edildiğini, henüz bütün sırları aydınlatılamayan Stonehange ile paralel ve benzer bir inanç olduğunu söyleyen arkeolog, tarihçi, astronomlar var, Sümerliler'den kaldığını savunanlar da çıktı fakat Sümer teorisi yapılan tarihleme ile uyuşmuyor.

Göbeklitepe'deki tapınağın henüz kazılmayan Karahantepe, Sefertepe ve Hamzantepe'deki tapınaklarla birlikte bir dörtlü olduğunu savunan tarihçiler de mevcut. Kemik bulunamamasının nedenini mezar geleneği olmamasına ve ölülerin ''Güneşe gömülmesi'' yani açık havaya bırakılan cesetlerin yırtıcı kuşlarca  yenildiği kuşların göğe yükseldiğinde ölülerin ruhlarının da göğe yükseldiğine inanıldığını savunan tarihçiler bulunuyor.

Tarihin en eski tapınağı, ''Dinin doğdu yer'' ve hatta ''Cennet Bahçesi'' deniliyor. Tarih kitaplarını tamamen değiştirdiği gerçek ama ''Cennet Bahçe''si olabilir mi?

Kazıları yöneten Alman Arkeolog Klaus Schmidt, ''Tüm kanıtlar gösteriyor ki burası insanlığın doğduğu yer. Göbekli Tepe, Adem’le Havva’nın yaşadığı Cennet Bahçesi’ndeki bir tapınaktı'' diye sansasyonel bir açıklamayla bütün ilgiyi çekti...

Cennet Bahçesi Harran Ovası'nın tepesinde olmasa bile yepyeni bir tartışma başladı, bunun arkasından popüler kültür ürünü roman, belgesel ve hatta komplo teorileri mesela Tapınak Şövalyeleri'nin kutsal kaseyi yüzyıllar sonra dönüp oraya sakladığı gibi söylentiler de çıkacaktır. Batı dünyası bunları sever. Sonuçta bütün dünyanın gözü oraya çevrildi.

Nevali Çori'yi Atatürk barajı'nun suları altında kaybetmiştik;  Danıştay'ın Bergama için aldığı son kararı Hasankeyf için umut oldu; neyse ki Göbekli Tepe yüksek bir yerde de üzerine baraj yapmamız mümkün değil. Yine de o isimsiz çoban ve Klaus Schmidt'e teşekkür etmemiz gerek.

Alman arkeolog, Adem Babamız ile Havva Anamızın kovulduğu Cennet Bahçe'sini Şanlıurfa'da olduğunu iddia ediyor. Göbekli Tepe'nin kutsal kitaplarda tasvir edilen yer olduğunu ileri süren arkeolog Klaus Schmidt, bulguların bunu ispatladığını savunuyor.

Schmidt, 14 bin yıl öncesine ait buluntulardan yola çıkıp Adem ile Havva’nın yasak elma ağacının meyvesinden yiyerek kovuldukları yerin ''Göbekli Tepe'' olduğunu ileri sürdü.

1994’te sürüsünü otlatan bir çoban, Şanlıurfa’nın 15 km kuzey doğusundaki Göbekli Tepe’-de dikdörtgen şeklinde üzerinde oymalar olan taşlar buldu, yetkililere götürdü. İstanbul’daki Alman Arkeoloji Enstitüsü görevlisi Klaus Schmidt, bölgeye giderek incelemelere başladı.

Kazılarda çıkarılan 45 tane T şeklindeki taş anıtın üzerinde yabani domuz, ördek, yılan, aslan, balık ve avcılık yapan insan figürleri var. Daha yüzlerce taş anıtın çıkarılmayı beklediği bölgenin tapınak olarak kullanıldığını tahmin ediliyor.

Uzmanlara göre Göbekli Tepe 14 bin yaşında, yani piramitlerden 7 bin 500 yıl daha eski. Schmidt’e göre artık çorak olan Göbekli Tepe, bir zamanlar çok bereketli bir bölgeydi. Ancak insanlık, çevrenin bozulmasına yol açarak bu ''cennet''in yok olmasına sebep oldu. Göbekli Tepe’de bulunan taşlar, M.Ö. 8000’de toprağa gömüldü.

Schmidt, kutsal kitaplardan da alıntı yaparak iddiasını savunuyor. İncil’in Yaradılış bölümünde cennet bahçesinin Asur’un batısında olduğu yazıyor. Göbekli Tepe de burada.

Cennet Bahçesinin 4 nehirle çevrelendiği, bunlardan ikisinin de Fırat ile Dicle olduğu biliniyor.

Asur tabletlerinde Beth Eden adlı bir medeniyetten bahsediliyor. Yeri Göbekli Tepe’nin bulunduğu yer tarif ediliyor.

Tevrat’ta da bahçenin Suriye’nin kuzeyinde olduğu belirtiliyor.

Eden kelimesi Sümerce Ova anlamına geliyor. Göbekli de Harran Ovası’nın hemen içinde.

Schmidt, yalnız değil iddiasında başka bilimadamları da kendisini destekliyor.

Göbekli Tepe'nin tarihle ilgili bildiğimiz herşeyin değişmesine sebep olacağını, buranın gelmiş geçmiş en büyük keşif olduğunu savunuyorlar.

Mesela Reading Üniversitesi’nden Steve Mithen, ''Burası insan aklının anlamakta zorlanacağı kadar olağanüstü'' diyor.

SİRİUS İDDİASI
Milano Polytechnic Üniversitesi’nden İtalyan arkeo-astronom Giulio Magli, Göbeklitepe’nin Stonehenge gibi, gök cisimlerinin hareketlerini takip etmek ve onlara tapınmak için yapıldığını iddia etti.

Magli, iddiasını yaptığı simülasyonla Göbeklitepe inşa edildiği dönemdeki gökteki yıldızların konumlarının tespit ettiğine dayandırdı.

İtalyan astronom, Dünya’nın kendi eksenindeki hareketinden dolayı yıldızların son bin yılda konumlarının değiştiğini, bir zamanlar ufuk çizgisine yakın beliren yıldızların farklı konumlarda yükseldiği ve görüldüğünü, yeniden belirmeleri için de binlerce yıl geçebileceğini söylüyor. Sirius, Ay, Venüs ve Jüpiter’in ardından gece karanlığındaki en parlak dördüncü gök cismi. Magli, antik Mısır takviminin Sirius'un hareketlerinden yararlanılarak hazırlandığını, binlerce yıl önce Göbeklitepe’nin bulunduğu enlemde benzer amaçlara hizmet etmiş olabileceğini söylüyor. ''Sirius 9300 yıl önce ufuk çizgisinin altında görünüyordu. Gökte aniden beliren bir yıldızın, bir dinin doğumuna sebep olduğunu düşünebiliriz, bence Göbeklitepe bir yıldızın doğumu üzerine inşa edildi'' dedi.

GÖBEKLİTEPE
Göbeklitepe Höyüğü, 1963'te Şanlıurfa' da fark edilen tapınma alanıdır. Dokuz hektarlık kazı bölgesinin önemi tarlasını karasabanla sürerken bulduğu oymalı taşı müzeye götüren bir köylü sayesinde anlaşılabilmiştir.

Şanlıurfa'ya 80 dakikalık bir mesafede, Örencik Köyü yakınlarındadır. 1995 yılında ilk kez Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Şanlıurfa Müze Müdürlüğü'nün işbirliğiyle kazı çalışmalarına başlandı. Kazılar Alman arkeolog Doç. Dr. Klaus Schmidt’in başkanlığında yürütülmekte olup, her yıl eylül ve ekim aylarında 10 haftalık bir süreç içinde yapılmaktadır.

Günümüze kadar yapılan kazılar sonucunda bir Neolitik Çağ yerleşimi olduğu anlaşıldı.

Neolitik Çağ’dan kalma, tapınma amaçlı törensel alanlara ait mimari kalıntılar, dikili taşlar ve üzerinde kabartmalı yabani hayvan ve bitki figürlerinin bulunduğu taşlar günyüzüne çıkartıldı. Bölgenin önemi ise günyüzüne çıkarılan en büyük tapınma alanını barındırmasıdır.

Harran ovasını kuzeyde sınırlayan dağ silsilesinin en yüksek noktasında yer alan, topografik özellikleri ile geniş görüş mesafelerine hakim bir konumda bulunan Göbekli Tepe, avcı toplayıcı insanların yarattığı bir kült merkezidir. Arkeolojik araştırma tarihinde neolitik dönem için düşünülen modelleri, teorileri alt üst eden verileri günümüze ulaştırmaktadır.

Göbekli Tepe, çapı 30m. ye ulaşan yuvarlak ve oval planlı, sayışı 20 'yi bulan yapılardan oluşur. Bunlardan 6 tanesi kazı sırasında ortaya çıkarılmış, diğerleri jeomanyetik ve georadar yöntemleriyle yapılan ölçümler sonucunda belirlenmiştir. Bu ölçümlerle elde edilen sonuçlar Göbekli Tepe'nin neredeyse 12000 yıl öncesinde insanoğlu tarafından seçilen ve yaratılan büyük bir buluşma merkezi olduğunu, günlük yaşama yönelik mekanlarla değil, törensel amaçlı inşa edilmiş, anıtsal yapılarla kaplı olduğu görüşünü desteklemiştir.

Âri miyiz melez mi
Neanderthal ile İnsan'ın akrabalığı var mı? Neanderthal İnsanı ile Homo Sapiens çiftleşti mi; yoksa Homo Sapiens, Neanderthal'lerin soyunu mu tüketti? İnsan DNA'sında Neanderthal DNA'sı var mı yok mu yani İnsan âri mi yoksa melez mi? 2009'da Max Planck Institute Direktörü Svante Pääbo, bir Neanderthal kafatasını elinde tuttuğundan beri ortaya çıkan yeni bulgular ve fosillerle bu tartışılıyor... 2012'de yeni yayınlanan bir bilimsel çalışma ise şimdilik başka bir alternatif teori sunuyor. Fakat bundan önce kısa bir hatırlatmakta yarar var çünkü son 3 yılda ''Bilimsel gerçekler'' ve ''Tarihsel gerçekler'' sürekli değişti.

Hollanda'da bilim tarihinde ilk kez gerçekleşen bir olay oldu ve tesadüfen bulunan bir kafatası parçasının Neanderthal İnsanı'na ait olduğu Haziran 2009'da anlaşıldı. Bunun ardından Irak'ta bulunan kemikler, Neanderthal insanı hakkındaki teorileri sarsmış, hatta bilimsel gerçekleri çürütmüştü. İnsan ile Neanderthal ilişikisi tartışılırken Evrimde yeni bir halka denilen X-Women, bilmediğimiz yeni bir akrabamız ortaya çıktı. 1 ay geçmeden videosunu da seyredebileceğiniz yeni iki Hominid - İnsanımsı türü Australopithecus Sediba bulundu; gelişmeler bununla da bitmedi; Neanderthal ile akrabalık bağımız çıktı dedirten insanın soy ağaçını değiştiren Australopithecus Africanus keşfedildi; 2009'da Çin'de bir mağaradan çıkartılan insan kemiklerinin analizi sonrasında 2012'de yeni bir Homo türü mü denilen Maludong İnsanı ile tanıştık ve Kayıp Kıta Laramidia bir kez daha gündeme geldi... Tarih bilgilerimizin evrimi bununla da kalmadı ve 2012 Ocak'ında şimdiye kadar ki en eski dinazor embriyosu bulundu...

Gelinen noktada Australopithecus Africanus ile birlikte Homo Sapiens'in Neanderthal'le çiftleştiği tezi halkim olmuştu fakat Ağustos 2012'de yeni bir araştırmanın sonuçları başka bir ihtimal, yeni bir teori ortaya attı.

Modern insanlarla Neanderthallerin DNA'ları arasındaki benzerliklerin, ortak atalara mı yoksa melezleşmeye mi işaret ettiği, yeni bir araştırmanın konusu oldu. Cambridge Üniversitesi'nde yapılan araştırma, PNAS dergisinde yayınlandı. Önceki araştırmalarda öne çıkan görüş, bu iki toplumun genomlarındaki ortak yanların, türlerin çiftleşme yoluyla karışmasından geldiğiydi. Ancak yeni araştırmada başka bir açıklama daha var.

Modern insanın, yani Homo sapiens türünün evrimiyle ilgili teorilerin hepsi, kökenimizin Afrika olduğunu kabul etse de, daha eski insan türleriyle melezleşme iddiaları konusunda ciddi görüş ayrılıkları var.

Son araştırmayı yürüten Cambridge evrimsel biyoloji uzmanları Dr. Anders Eriksson ve Dr. Andrea Manica, melezleşmeyi destekleyen kanıtları yeniden değerlendirmek için bilgisayar simülasyonlarına başvurdu. Vardıkları sonuca göre, modern Avrasyalı insanlarla Neandertaller arasındaki ortak DNA oranını açıklamanın tek yolu melezleşme değil. Yüzde 1-4 olarak tahmin edilen bu oran, her iki grubun da 350 bin yıl önceki ortak bir atadan gelen ve daha sonra Kuzey Afrika'da izole halde yaşayan bir topluluktan gelmeleriyle de açıklanabilir. Eğer böyleyse, modern insanlar 60-70 bin yıl önce Afrika'nın dışına yayıldığında, bu genetik benzerliği taşıyordu demektir.

Diğer yandan, Neandertal kalıntıları üzerinde yapılan DNA çalışmaları, onların genomlarıyla sadece modern Avrupalı, Doğu Asyalı ve Okyanusyalıların genomları arasında 'polimorfizm' denilen ortak genetik imzalar olduğunu gösteriyor. Ancak bu ortaklık, Neandertaller ile modern Afrikalılar arasında görülmüyor.

Evrimsel biyologlar buradan, Afrkilalılar dışındaki modern insanlarla Neandertaller arasındaki genetik benzerliğin, Neandertallerin anavatanı olan Avrupa ve Batı Asya'da buluşan bu iki türün melezleşmesinden kaynaklandığı sonucuna ulaşabiliyor. Melezleşme görüşünü savunan Harvard Üniversitesi profesörlerinden Prof. David Reich, son çalışmanın bu görüşü çürüttüğüne ikna olmuş değil ve ''Genetik benzerliğin gen alışverişi veya ortak atadan kaynaklandığını ayırdedebilecek metodlar kullandıklarını'' söylüyor. Yaptıkları analizlerde, gen akımının izlerini açıkça gördüklerinde ısrarlı. Hatta, Afrikalı olmayan günümüz insanlarıyla Neandertaller arasındaki en son gen alışverişinin olduğu dönemi tespit ettiklerini öne sürüyor: 47-65 bin yıl önce.

Afrika'dan çıktıktan sonra Neandertallerle karıştık mı, yoksa zaten ortak atalarımız bunu bizim için yapmış mıydı? Bu soru üzerine tartışmalar devam edecek gibi gözüküyor.

22 Ocak 2015 Perşembe

 Bu gün sokağa çıksak ve insanlara "Ananas bir meyve midir?" diye sorsak çoğu kişi ananasın meyve olduğunu düşündüğünden "Evet, tabi ki de meyve." cevabını alırız. Hayır ananas bir meyve değil sebzedir. Ayrıca çoğunuzun ananasın ağaçlarda yetiştiğini düşündüğünü biliyorum :) Ancak ananas ağaçlarda değil fotoğrafta gördüğünüz gibi tarlalarda seri bir şekilde yetiştirilir ve sofralara bu enfes lezzet sunulur. 
ananas tarlası

21 Ocak 2015 Çarşamba

  Piramitler insanoğlunun en büyük 
şaheserlerinden biri ve günümüzde hala 
daha en büyük gizemlerinden biridir. Bu 2 özellik bu yapıtların Dünya Harikaları kategorisinde yer almasını sağlamıştır. Piramitler üzerinde sayısız araştırma ve inceleme yapılmasına rağmen günümüzde hala daha yapıldığı çağdaki olanaklarla bu yapıtların nasıl inşa edildiği bulunamadı. Ancak araştırmalar sonucunda piramitlerin enteresan özellikleri olduğu ortaya çıktı. Piramitlerin kendine ait bir atmosfer tarzı oluşumu var. Piramit içerisinde ultrason, radar ya da sonar aletleri gibi cihazlar çalışmıyor. Ayrıca piramidin temizleyici bir havası var. Piramidin içerisine bir kase dolusu kirli su bıraktığınızda bir kaç gün sonra suyu tamamen arıtılmış ve temiz bir şekilde buluyorsunuz. Ayrıca piramidin besinleri koruyucu da bir etkisi var. Piramit içerisine kase dolusu bir süt koyduğunuzda sütün bozulmadan yoğurda dönüştüğünü görüyoruz. Hatta bu sayede piramidin bazı bölümleri eski zamanlarda kiler olarak kullanılıyormuş.

19 Ocak 2015 Pazartesi

Doğal elektriğin yıldırım, şimşek dışında pek çok çeşidi vardır.Vücudumuzda mesajlar, sinirlerin üzerinden küçük elektrik akımları halinde iletilir.Kalbimiz de elektrik sinyalleri sayesinde çarpar.Doğada bazı canlılar ürettikleri elektriği korunmak, avını yakalamak ve yönünü bulmak için kullanır.
doğal elektrik

UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne giren bir Osmanlı köyü ; Cumalı Kızık / Bursa
cumalı kızık

15 Ocak 2015 Perşembe

Ölüm anında görülen 'beyaz ışığın' sırrı

Ölümden dönenlerin, kalbi durduktan sonra tekrar çalışanların anlattıkları benzerdir, parlak beyaz ışık gördüklerini, ruhlarının bedenlerini terkettiğini, hatta yükselip yukarıdan bedenlerine baktıklarından, hayatlarının film şeridi gibi gözlerinin önünden geçtiğinden sözederler genelde.
 Şimdiye kadar insanlarla yapılan çalışmalar buna pek açıklık getiremedi, fakat sıçanlar üzerindeki deney ipucu veriyor...

Bilim, ölümün eşiğinden dönen kişilerin '''tünelin ucunda'' gördüğü beyaz ışığın sırrını çözmüş olabilir. Beyaz ışığın, beyindeki elektrik dalgalarının ani yoğunlaşmasından kaynaklanabileceği ve algılama düzeyinin artmasına neden olabileceği düşünülüyor.

ABD'deki Michigan Üniversitesi'nde yapılan araştırmada, ölmek üzere olan dokuz sıçanı izlendi ve beyin dalgalarında yüksek seviyede aktivite gözlendi. Hayvanların kalbinin durmasından sonraki 30 saniye içinde gama salınımları olarak bilinen yüksek frekanslı beyin dalgalarında ani bir yükselme tespit edildi.

Araştırmanın başındaki Dr. Jimo Borjigin, Amerikan Bilimler Akademisi'nin dergisinde yayınlanan sonuçlarla ilgili ''Birçok insan, klinik ölümden sonra beynin aktif olmadığını ya da çok az aktif olduğunu, beynin normale göre daha az faal olduğunu düşünür. Biz, bunun böyle olmadığını ortaya koyduk. Aksine ölüm anında beyin daha aktif'' dedi.

Dr. Borjigin insanlarda da benzer bir durum yaşanmasının olmasının mantıklı olduğunu, beyinde faaliyetlerin yoğunlaşması ve algılama seviyesinin artmasının, ölüm ânı için anlatılanlarını açıklayabileceğini söyledi: ''İnsanların ışık görmeleri, beynin görme merkezinin yüksek seviyede uyarılmasından kaynaklanabilir.''

Gençlik ve Mutluluk İksiri
Timüs - Thymus Bezi hakkında bütün soruların cevapları ve bilinmeyenler:

Eskiden çok söylenen belki de bugünlerde unuttuğumuz bir söz vardı, 1 kahkaha 1 pirzolaya bedeldir... Et fiyatları mâlum ama bu sözün gerçek olduğu da açık...

Timüs bezi, tiroid bezinin altında, göğüs boşluğunda ve soluk borusunun önünde bulunur.

Bu bez insanın bağışıklık sisteminin merkezidir. Yani bütün bağışıklık sistemi buradan yönetilir. Timüs bezi ne kadar çok titreşirse kişi o kadar sağlıklı ve bağışıklık sistemi sağlam olur. Bu bez ne kadar sıklıkla titreştirilirse kişi o kadar genç ve sağlıklı yaşar ayrıca geç yaşlanır.

Anadolu'da ağıt yakan kadınların göğüslerine vurduklarına hepiniz şahit olmuşsunuzdur. Bu refleks kaynaklı basit bir el hareketi değildir. Bu beynin otomatik gerçekleştirdiği bir davranıştır.

Kişi göğsüne vururken Timüs bezini titreştirir. Bu sayede üzüntü kaynaklı bağışıklıkta meydana gelen direnç azalmasının önüne geçmeye çalışır.

Siz de parmaklarınızla göğsünüzün ortasına yapacağınız küçük vuruşlarla timüs bezini titreştirebilirsiniz. Ya da daha basit bir yolu kullanırsınız.  Kahkaha atabilirsiniz.

Çünkü kahkaha da göğüs kafesini oynattığı için bu bezi harekete geçirir. Hani yıllar geçer de aradan bir arkadaşımıza rastlarız neşeli halleriyle tanıdığımız bu insanı görünce ''hiç değişmemişsin, ne gamsızsın...'' deriz ya, işte timüs bezinin gücü.

Sonuç olarak kahkaha bağışıklık sistemini güçlendirir ve sizi genç tutar.

Mutluluk ve Timus bezi... ''Mutluluk bir seçimdir. Mutsuzluğumuz kadere, şansızlığa ve talihsizliğe inancımız ölçüsündedir.''

7 Ocak 2015 Çarşamba

Ölümün Kokusu

''Kaç kez yaşarız? Kaç kere ölürüz? 21 gram kaybederiz diyorlar. Tam ölüm anımızda. Hepimiz. 21 grama kaç yaşam sığar? Ne kadarı kaybolur? 21 gramı hiç kaybetmedim. Ne kadarı onlarla gider? ne kadar kazanılır? Ne kadar kazanılır? 21 gram. Bir beşlik eder. Yeni doğmuş bir kuş eder. Bir parça çikolata. Ne kadar eder?''
 ''21 Gram''ı, Alejandro González'in klostrofobik filmini hatırlarsınız; temelinde bir zamanlar New York Times'a manşet olan bilim dünyasını birbirine sokan bir teori yatar.

1907 yılında ABD'li bilimadamı Duncan MacDougall, yaptığı deneylerin sonucunda, ölüm anında insanların vücut ağırlıklarının tam 21 gram azaldığını ve bunun ''Ruhun Ağırlığı'' olduğunu, ''Ruhun varlığını'' kanıtladığını iddia etmişti. Bu tartışma kadim dünyadan günümüze dek süre gelmiştir.

MacDougall, ağır hastalarını kullandığı deneyinde ölüm döşeğindeki hastaları, vücut ağırlıklarını hassas bir şekilde ölçebilen özel bir yatağa yerleştirdi. Fakat, işin gerçeği şu ki sadece 6 hasta üzerinde bunu yapabildi. İki hastanın ölüm anında terazi arızalandığı için ölçüm yapılamadı. Üçü son nefesini verdikten sonra 21 gram hafifledi ama birkaç dakika sonra aynı ağırlığa geri döndü. Sadece biri  21 gram'ı kaybetti ve öyle kaldı. Üstelik, o dönemde köpeklerin ruhu olmadığına inaıldığı için köpekler üzerinde yaptığı deneyde öldüklerinde ağırlıkları değişmeyince bu ''Ruhun Ağırlığı''nın 21 Gram olduğuna delil sayıldı. O dönemde de bugün de buna, insan vücudunda lysosome adlı hücre benzeri yapılar bulunur. Ölümden sonra bunların salgıladığı enzimler, dokuları parçalayarak gaz ve sıvıya dönüştürür. Yaşanan hafifleme de bu yüzdenNew York Times'a manşet olan bilim dünyasını birbirine sokan bir teori yatar. 1907 yılında ABD'li bilimadamı Duncan MacDougall, yaptığı deneylerin sonucunda, ölüm anında insanların vücut ağırlıklarının tam 21 gram azaldığını ve bunun Ruhun Ağırlığı olduğunu, Ruhun varlığını kanıtladığını iddia etmişti gerçekleşir diye itiraz eden uzmanlar var.

Peki ya ölümün kokusu. ''Koku'' filmi gibi bir efsaneye dayanan fanteziden bahsetmiyoruz yine bilimsel bir çalışma sözkonusu. Aynı cins hayvanların ölüm sırasında aynı kokuyu çıkarttıklarının bulunduğu iddia ediliyor. Bu bir tür ''ölüm alarmı'' görevi görüyor ama şimdiden tartışılmaya başlayan araştırma sonuçlarını değerlendiren bilimadamları eğer böyle bir koku varsa mesela  akbabaların ve diğer leş yiyicilerin bu kokuyu aldıkları da saptanabileceğini de düşünüyor. Henüz bu yönde bir çalışma yok ama o zaman ''koku'' ispatlanmış olabilir diyenler de var.

Kanada McMaster Üniversitesi'ndeki  Dr. David Rollo başkanlığındaki ekibin hamam böcekleri üzerinde yaptığı araştırmasına göre böcekler ve ıstakozlar gibi familya olarak birbirine yakın ama ayrı türlerden olan hayvan gruplarında bile ölüm esnasında aynı koku üretiliyor.

Yağ asitlerinin karışımından oluşan bir salgıdan yayılan koku, kendi cinsinden canlıların ölen veya ölmekte olan hayvandan uzaklaşması için bir ''ölüm uyarı''sı yapıyor. Ölen hayvanın bulunduğu yerden uzaklaşan diğer hayvanların böylece ölüme neden olan bulaşıcı hastalıktan veya düşman saldırısı tehlikesinden de uzaklamış oluyor.

Rollo, hamam böceklerinin barınma veya saklanma için ideal bir delik bulduklarında gövdeden feromon salgılandığını, bunun da diğer böcekleri oraya çektiğini belirtti. Deney sırasında hamam böceklerinin ölmüş cinslerinin olduğu yerden kaçtıklarını farkeden ekip, ölü hamam böceklerinin vücutlarından sıvı alarak analiz etti. Daha sonra laboratuarda çoğaltılan bu sıvı belirli bölgelere sürülerek böceklerin tepkisi gözlendi.

''Ölüm kokusu'' yayan bu sıvının bulunduğu noktalara deneydeki hiç bir hamam böceğinin yaklaşmadığı tespit edildi. Araştırma ekibi, bu koku yayma özelliğinin 400 milyon yıllık bir süreçle gelen bir evrim olduğuna ve soyların devamına yardım ettiği görüşünde.



'Süper virüs

Bilim Dünyası bugüne dek Craig Venter'in laboratuvarda yapay yaşam başlatıp Tanrıcılık Oynaması gibi, eğer gerçekten varlarsa bugün 10 yaşında oldukları tahmin edilen Klon Çocuklar ya da CERN Atlas Deneyi gibi pekçok tartışmalı iş yaptı yapıyor. Fakat bu, herşeyin sonunun başlangıçı olabilir.

Laboratuvarda ''Süper virüs'' üretme çalışmaları tekrar başlıyor... Virüsün laboratuvardan çıkacağı ya da terörist grupların eline geçeceği endişesiyle araştırmalara 12 ay verilmişti.  Araştırmanın amacının, olası bir salgında bununla başa çıkabilmek için gerekli çözüm yollarını bulabilmek olduğu söylense de çalışmanın kendisinin bütün dünyayı saracak ölümcül ve önlenemez bir salgın başlatma riski taşıyor... Üstelik, henüz Yosemite Hanta Virüsü Vak'ası üzerine yeteri açıklama yapılmamışken...

ABD, ülkesinde Süper Virüs araştırmalarına artık izin vermiyor ve finansal desteği kesti fakat bilim dünyası şimdi kendilerine finansal destek ve çalışma yeri sağlayacak bir ülke arayışında ki bu bile başlı başına korkutucu bir durum. Süper Virüs'ü yaratan bilim ekibi, hükümetlerin izin verdiği ülkelerde ise çalışmalara başlanacağını duyurdu.

cep telefonu sperm2011'de H5N1 kuş gribi üzerindeki çalışmalar sırasında, bilim insanları insan vücuduna en yakın tepkiyi veren dağ güvercinine defalarca H5N1 virüsü enjekte etmiş ve sonunda hayvanlar arasında kolayca yayılan ve çoğunu öldüren bir süper virüs gelişmişti.

2013'te çalışmaların yeniden başlayacağını duyuruldu. ''Science'' ve ''Nature'' dergilerinde farkı ülkelerden 40 bilimadamı bir bildiri ile ''Kuş gribi çalışmalarındaki gönüllü moratoryumun sona erdiğini'' açıkladı.

Araştırmacılar çalışmanın ''risksiz'' olmadığını kabul etmekle birlikte bildiride ''Ancak H5N1 virüsünün memelilerde bulaşıcı özelliğe sahip olması riski olsa da çalışmanın faydaları riskten daha ağır basıyor'' diye kendilerini savunuyor. Hatırlanacağı gibi, Domuz Gribi H1N1 için de laboratuvarda üretildiği ve biyolojik silah olduğu iddiaları ortaya atılmıştı...

Şu anki biçimiyle süper virüsün, kümes hayvanları ve kuşlara çok kolay bulaştığı, insandan insana geçmesinin ise çok daha zor olduğu ve sadece bazı münferit vakalarda gerçekleştiği söyleniyor.

H5N1 kuş gribi virüsü ise insanlarda ölümcül olabiliyor.

2003 yılından bu yana virüs kapan 610 kişiden 310'u öldü. Ayrıca yeterince pişirilerek yenmiş kümes hayvanlarından bulaşıp bulaşmadığı yönünde henüz bir bulgu yok.

Çalışma, insandan insana bulaşarak kolayca salgına yolaçabilecek bir virüsün doğal olarak gelişebileceği riskini ortaya çıkardı.

2014 Temmuz'unda ABD'de Wisconsin-Madison Üniversitesi'nde profesör Yoshihiro Kawaoka, H1N1 virüsünün yeni bir mutantını geliştirdi ve yeni virüs, insan bağışıklık sistemine karşı dirençli.

Uzmanlar çok tehlikeli olan Kawaoka'nın virüsünün, tüm insanlığı yokedebilecek kapasitede olduğu görüşünde. İlk salgında en az 500 milyon kişinin ölümüne sebebiyet verebilir ve yayıldıkça önüne geçilemez biçimde kendi mutantlarını üreterek insanoğlunun sonunu getirebilir.

Kawaoka ise yaptığı araştırmayı savunuyor ve her araştırmada bazı risklerin olabileceğini söylüyor.

Diğer bilim adamları ise, daha önce de tehlikeli araştırmalar yapan Kawaoka'nın bu sefer en tehlikeli virüsü ürettiğini düşünüyor. Virüsün laboratuvardan sızdırılması halinde tüm dünyayı savunmasız bırakabilir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in 79 Sünneti

1- Her işe "besmele" ile başlamak.
2- Suyu üç yudumda oturarak, kıbleye dönerek içmek. Başında "besmele" çekmek, sonunda "elhamdülillah" demek.
3- Evden çıkarken aynaya bakmak (O dönemde ayna olmadığı için Efendimiz (s.a.v.)suya bakarmış).
4- Abdest alırken kıbleye dönmek, sonunda üç yudum su içmek )bu su zemzem hükmünde olup, şifa niyetine içilmelidir).
5- Yolda önüne bakarak hızlı adımlara yürümek.
6- Selamlaştığı insana sağ elini uzatmak, işaret ve baş parmağı arasındaki boşluğu karşıdaki insanın aynı yerine temas ettirmek.
Çünkü bu yerlerde muhabbet damarları varmış.
7- Saçları gece yatmadan hemen önce ve kıbleye dönerek her gün taramak, ortadan ayırmak.
8- Yanında misvak, ayna, kesici bir alet, yakıcı bir alet, güzel koku ve tarak taşımak.
9- Gece abdestli yatağa girmek (Şayet ölüm gelirse şehit hükmünde olmak için).
10-Gece yatmadan önce "Felak-NasSureleri"ni okuyup iki elini birleştirerek üflemek ve vücudunun her yerine sürmek.
11-Tuvalete girerken sol ayakla girmek, çıkarken sağ ayakla çıkmak.
12-Tuvalete girerken "ALLAHümme inni euzü bike minerricsil habisi muhbusi mineşşeytanirraciym." çıkarken de
"Elhamdülillahi anil eza ve afani" demek.
13-Tuvalete tükürmemek, orada konuşmamak, bir şey yememek, oradan çabuk çıkmak.
14-Def-i hacette bulunmadan önce bir miktar su dökmek.
15-Tuvalete başı kapalı girmek (idrardan çıkan asitin ilk temas ettiği yer saç kökleri olduğu için başı kapalı olmazsa
saç dökülmesine sebep olur. Bilhassa alkoliklerin kel olme sebebi budur).
16-Mutfakta bir kabı kullanmadan önce onu temiz su ile durulamak.
17-Açıkta kalan yiyeceklerin üzerini örtmek.
18-Ayakkabıları gitmeden önce ters çevirip silkelemek.
19- Kıyafetleri sağdan sağdan giyip, soldan çıkartmaya başlamak. Mesela çorap giyerken önce sağ ayakla giymek,
çıkarırken de sol ayağı çıkarmak (böyle yapıldığı taktirde kıyafetler eskimezmiş).
20-Sofraya oturmadan hayalen mideyi üçe bölmek 1/3 su, 1/3 yemek, 1/3 hava.
21-Acıkmadan sofraya oturmamak ve doymadan sofradan kalkmak.
22-Uykudan kalkınca elleri en az üç defa yıkamadan yiyecek kabına daldırmamak.
23-Akşam üzeri önce perdeyi çekmek, sonra ışığı açmak.
24-Banyodan son çıkma sırasında ayaklara soğuk su dökmek.
25-Tabakta hiçbir şey kalmayacak şekilde yemek tabağını sünnetlemek. Sonra bir miktar su koyup onu kaşıksız içmek.
26-Tek sayıyı tercih etmek. Mesela, misafirlikte şeker ikramında bir ya da üçü tercih etme gibi.
27-Cuma günleri farz olmasa bile gusül abdesti almak (şartlar müsait değilse hiç olmazsa saçı yıkamak), güzel
koku sürünmek, sadaka vermek, beyaz giyinmek, tırnak kesmek(orta, serçe, baş, yüzük, işaret parmağı sırası
takip edilerek kesildiğinde görme bozukluklarının azalacağını Peygamber Efendimiz( s.a.v.) bizzat söylemiştir).
28-Yatarken yatağa çarşaf sermek.
29-Gece, günlük kıyafetleri çıkarınca katlamak.
30-Sabah namazı vakti çıkınca ilk 45 dk (Keraat vakti) ve akşam ezanının okunmasına 45 dk kala uyumamak
(bu vakitlerde uyumak cüzzam hastalığına, bel ağrıların sebeptir).
31-Güneş tam tepede iken yani öğle vakti bir miktar uyumuak, uyuyamıyorsa bile 10 dk gözleri kapatmak
(Bu uykuya kaylule denir ve uyuyanların yüzüne güzellik gelir).
32-Gece yatmadan önce 3 defa toz sürme çekmek (Göz hastalıklarına şifadır).
33-İşrak namazı kılmak.
34-Konuştuğu kimseye bedeniyle dönerek konuşmak.
35-Yemek tabağına düşen sineği tamamen batırıp geri çıkarmak ve o yemeği yemeye devam etmek
(çünkü sineğin bir kanadında zehir diğer kanadında panzehir vardır).
36-Kapıyı üç kez bekleyerek çalmak (4 rekat namaz vakti kadar).
37-Kapıyı çalarken kapının ya sağında ya da solunda beklemek, karşısında durup da içeriyi
izlememek (kapı ilk açıldığında ev sahibinden izinsiz içeriye bakmak haramdır).
38-Baş kıbleye gelecek şekilde sağ el sol yanak altında, sol el iki diz arasında, dizler de
karın bölgesine bükülü vaziyette yatmak. Bu vaziyette yatınca üstten bakıldığında arapça olarak
"MUHAMMED" yazısı görülecektir. Aynı zamanda kıbleye karşı ayak uzatıp da yatanlar sabah kalktıklarında
yorgun olarak kalkarkar, sebebi ise ekvatorun kıbleden geçmesidir.
39-Başı ağrıdğıda tülbent ile sıkıca sarmak.
40-Yemeğe tuz ile başlamak (Tuz dişlere kayganlık sağladığı için yemeklerin yapışması
önlenmi olur ve temizleme kolaylığı oluşur).
41-Yemeği ayrı tabaklarda değil de ortak tabakta yemek, yerken önünden almak, yemeğin ortasına dokunmamak.
42-Misafire bir bardak su bile olsa ikramda bulunmak, mümkünse etli yemek ikram etmek.
43-Çörek otu yemek(ölümden başka her derde deva olduğuna dair sahih hadisler vardır).
44-Sofrada yeşillik, evde sirke bulundurmak.
45-Sofrada sol ayak kalçanın altında, sağ ayak karın bölgesine kırılmış vaziyette oturmak,
bağdaş kurmamak (sofrada ayak değiştirmek doymanın alametidir).
46-Kur'an-ı Kerim'i hüzünle, mümkünse ağlayarak okumak.
47-Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak (yemeğin bereketi buradadır).
48-Hastayı üçüncü gününden sonra da iyileşmezse ziyaret etmek. Hastanın olduğu yerde çorba pişirmek.
49-Kabak yemek.
50-Hapşurunca "elhamdülillah" diyene "yerhamukellah (bayan ise "yerhamukillah") demek.
Aynı kişinin diğerine "yehdina ve yehdikümullah" demesi.
51-Kahkaha atmamak, gülümsemek. Efendimiz (s.a.v.) hiçbir zaman dişleri göreülesiye gülmemiştir.
52-Kına yakmak
53-(erkekler için) Eve gelmeden önce hanımına geleceği zamanı bildirmek.
54-Hediyeleşmek (hediyeleşmek muhabbeti artırır).
55-Sabah namazının sünneti ve farzı arasında sağ tarafına uzanığ bir miktar uyumak.
Fıkhi kaidelere göre, sadece bu uykunun haricinde uyku abdesti bozar. Namaz vakti çıkmadan
uyanıp farzı eda etmek.
56-Namazı cemaatle kılmak.
57-Dua ederken elleri birleştirmek ve kaşları hizasına kaldırmak (baş ağrısını giderir).
58-Tesbihi parmak ile çekmek.
59-Kapıya geleni durumu ne olursa olsun boş çevirmemek bir hurma tanesi bile olsa.
60-Sofradan kalkacağı zaman sağ tarafındaki şahıstan izin isteyerek kalkmak.
61-Ezan-i Muhammedi okunurken onu müezzinden sonra tekrar etmek.
62-Ezan-i Muhammedi okunurken bir pozisyon da olsa hal değiştirmek.
63-Orucu su veya hurma ile açmak.
64-Bir yere misafirliğe giderken tatlı götürmek.
65-Eve, camiye girerken sağ ayakla girip, sol ayakla çıkmak.
66-Yolda giderken ayağa takılabilecek veya ona benzer şeyleri kenara çekmek.
67-Meyvenin çekirdeğini sol elle çıkarmak.
68-Yüzme öğrenmek, ok atmak.
69-İnsanları yüzlerine karşı övmemek.
70-Yemek yerken başkalarının yemeğine bakmamak.
71-Cuma günleri beyaz elbise giyinmek.
72-Topluluk içinde yanındaki kişiyle fısıldaşmamak.
73-Yemekten sonra tatlı yemek
74-Hergün yüz defa "estağfirullah" demek.
75-Güler yüzlü olmak kusurları af ile karşılamak.
76-Selam vermek, yemeği iki öğün yemek.
77-Kötülük edene iyilik etmek.
78-Tane tane konuşmak, anlaşılmayınca üç defa tekrarlamak.
79-Gusülden sonra iki rekat namaz kılmak..

6 Ocak 2015 Salı

Mutlak Sıfır
NASA ve astronomlar Evrendeki Dark Flow - Karanlık Akım üzerine çalışmaya devam ediyor.

Albert Einstein ''Çekimsel Mercek'' diye tanımladığı etki nedeniyle, uzaydaki cisimlerin ışığı bükebileceklerini ve bir gözlemcinin tek bir kaynağa ait çok sayıda görüntü gözlemlemesinin mümkün olduğunu öne sürmüştü.
karadelik çemberi, karadelik diski, Quasar RX-J1131, Kuasar nedir , Kuasar nasıl görülür, en uzak Kuasar hangisiProfesör Eric Jullo başkanlığındaki bilimadamları, evrendeki Karanlık Enerji miktarını belirleyebilmek için California'daki NASA laboratuarında Hubble Uzay Teleskobunu kullanarak yaptıkları çalışmada, galaksi kümesi Abell 1689'u ''Çekimsel Mercek''  olarak kullanıp uzak yıldızlardan yayılan ışıktaki bükülmeleri incelediler.

Karanlık Enerji'nin tam olarak açıklanamayan bir güç olsa da, evrenin bütününün yükselen bir hızda genişliyor oluşunun nedeni olduğu düşünülüyor. Evren'deki genişlemeyi sağlayan Karanlık Akım'ın da Big Bang'in devamı olduğu tahmin ediliyor.

Bu enerjinin dağılım biçimini anlamaya çalışan son araştırma, evrenin genişlemeye devam edeceğine işaret ediyor. Araştırma, Science dergisinde yayınladı.

Evrenin dörtte üçünü oluşturduğu düşünülen ve tümüyle görünmez olan Karanlık Enerji'nin varlığı, ancak evrenin genişlemesindeki yani Karanlık Akım'daki etkileri üzerinden ortaya konuyor. Hubble Uzay Teleskobunu kullanan bilim adamları, karanlık enerjinin evrende nasıl dağıldığını anlayabilmek için, uzak yıldızlardan yayılan ışığın Virgo takım yıldızında bulunan ve bugüne kadar bilinen en büyük galaksi kümelerinden biri olan Abell 1689 üzerinde nasıl büküldüğünü gözledi.

Işığın bu çekimsel mercek üzerinde bükülmesi üç faktöre bağlı: Işık yayan nesnenin uzaklığı, Abell 1689'un kütlesi ve karanlık enerjinin dağılımı.

İlk iki faktörü ölçebilen bilimadamları, bulgular üzerinden, Karanlık Enerji'nin dağılımıyla ilgili hesaplamalar yapabildi. Bu dağılıma ilişkin bilgiler de Evrenin genişlemesine neden olduğu varsayılan Karanlık Akım'da yavaşlama olmayacağına ve muhtemelen sonsuza dek genişleyeceğine işaret ediyor. Bu genişlemenin bir aşamasında evrenin soğuk ve tümüyle ölü bir yıldızlar mezarlığına dönüşeceği ve ısının, bilimadamlarının ''mutlak sıfır'' olarak adlandırdığı -273.15C'ye kadar düşebileceği tahmin ediliyor.

Dünyanın önde gelen gökbilimcilerinden ve bu çalışmanın yazarlarından olan Yale Üniversitesi'nden Profesör Priyamavda Natarajan, araştırma sonuçlarının en sonunda "Evrenin kaderinin tam olarak ne olacağını" ortaya koyduğunu söyledi.



1960'da Rusya'ya iltica eden iki NSA görevlisi ABD'nin 40 ülkenin haberleşmesini dinlediğini açıkladı. ABD bu iddiayı sürekli inkar etti.


Dünyadaki bütün telefon, faks, telsiz, SMS ve elektronik posta iletişimini dinleyen dev bir kulak: Echelon. Amerika Birleşik Devletleri'nin sürekli inkar ettiği Echelon'un varlığı resmi olarak ilk kez, 23 Mayıs 1999'da Avustralya, Canberra'daki Savunma Sinyalleri Müdürlüğü (DSD) Başkanı Martin Brady'nin yaptığı açıklamayla kabul edildi. Brady, ülkesinin 50 yıldır varolan ve gizlenen küresel bir elektronik izleme sisteminin parçası olduğunu kabul eden ilk kişi oldu. Bu gelişme, üye ülkeleri en çok da ABD ve İngiltere'yi rahatsız etti. Sisteme 5 ülke üye idi ve diğer üyeler, Yeni Zelanda ve Kanada idi. Ayrıca, çeşitli müttefik ülkelerde de Echelon'un üsleri bulunuyordu.

1960'ta eski ajanlari itiraf etti


Dünyanın gizli bir kulak tarafından dinlendiği aslında 1960 yılında ortaya çıkmıştı. Rusya'ya iltica eden iki NSA görevlisi, Bernon Mitchell ve William Martin, 6 Eylül 1960'da Moskova'da bir basın toplantısında NSA'nın 2000 dinleme istasyonuyla, bunların kurulu oldukları ülkeler de dahil olmak üzere en az 40 ülkenin gizli haberleşmesini dinlediğini açıkladılar. Dünyanın her yanına dağılmış olan istasyonlardaki binlerce analistin mesajlarını izlediği "mimli" kişiler arasında, Afrikalı gerilla liderlerinin yanısıra, Vietnam Savaşı'na karşı çıkan aktris Jane Fonda ile bebek bakımı uzmanı Dr. Benjamin Spock da bulunuyordu.

Avrupa'nın yüzde 90'ını dinliyor


Sistemin varlığının ilk kez Echelon'a üye ülkelerden biri olan Avustralya tarafından kabul edilmesinden sonra Avrupa Birliği harekete geçti. ABD'den istihbari olarak geri kalmamak için, hemen bir rapor hazırlattı. Echelon hakkında Avrupa Parlementosu'ndaki ilk rapor 1988'de yayınlandı. AB raporuna göre ABD, Avrupa'daki telefon, faks ve e-posta haberleşmelerinin %90'ını Echelon sistemiyle denetliyordu. Raporun açıklanmasının ardından İtalya, Echelon'un bilgi toplama yöntemlerinin İtalyan kanunlarına aykırılığının incelenmesi için bir komisyon kurdu. Danimarka Parlamentosu da benzer bir araştırma başlattı. Ve 1999'da, ABD'deki elektronik mahremiyet örgütü EPIC, Echelon'la ilgili olarak ABD hükümetini mahkemeye verdi.

AB'nin 'Echelon'u Enfopol


AB raporunun hazırlanmasının amacı, ABD'nin dünyayı dinleme faaliyetlerinin bir benzerinin Avrupa Birliği tarafından gerçekleştirilmesiydi. AB'ye üye ülkeler, ABD'nin internet de dahil olmak üzere dünya iletişimini gizli bir biçimde takip etmekte kullandığı Echelon adlı sistemine bir "rakip" çıkarma hazırlığı yapıyor. AB'nin dinleme sistemine Enfopol adlı veriliyor. Öte yandan ABD ve Echelon üyeleri olan, İngiltere, Yeni Zelanda, Kanada, Avustralya'nın yanısıra, Rusya, Çin, Danimarka, Hollanda, İsviçre, Fransa ve İsrail gibi devletlerin de benzer sistemler kullandığı biliniyor.

Ticarî sırları da çalıyorlar


Echelon'un ortaya çıkışıyla birlikte, ABD'nin uluslararası ihalelere girecek Amerikan şirketleri için rakiplerin sırlarını çalmak için de sistemi kullandığı öne sürüldü. İddiaya göre, ABD firmalarının katılacağı ihalelerde rakip şirketlerin iletişimi dinlenerek milyarlarca dolarlık kazanç sağlandı. Avrupa Birliği, İngiltere dışında bu ağa karşı engelleme çalışmalarını yoğun şekilde sürdürüyor.

Tüm haberleşmeyi zaptediyor


Avrupa Parlamentosu'na 1999'da elektronik istihbarat konusunda sunulan ikinci raporun yazarı olan Duncan Campbell'e göre Echelon, ABD'nin en büyük istihbarat örgütü olan Ulusal Güvenlik Dairesi (NSA) tarafından, ticari ve askeri iletişim uyduları aracılığıyla yapılan haberleşmeyi zaptedip incelemek için geliştirilen bir araç. Sistemin öteki parçaları da internet, yeraltı ve denizaltı haberleşme kabloları, telsiz haberleşmesi ya da büyükelçiliklere yerleştirilen gizli aygıtlar aracılığıyla yapılan her türlü iletişimi zaptediyor ya da özel uydularla haberleşme sinyallerini topluyor.

Kökleri Enigma'ya kadar uzanıyor


Echelon'un kökleri İkinci Dünya Savaşı yıllarına kadar uzanıyor. Nazi 'Almanya'sına karşı savaşta ittifak yapan İngiltere ve ABD, doğal olarak istihbarat alanında da yakın bir işbirliği yaptılar. Alman şifre makinesi Enigma'nın şifresini çözmekle görevlendirilen matematikçi ve bilgisayar teknolojisinin önderi Alan Turing ve ekibi, şifreyi başarıyla çözdü ve anahtarını Amerikalılar'a da verdi. Amerikalılar da Japonlar'ın askeri şifrelerini çözerek İngilizler'e verdi. İki ülke bu yolla düşmanlarının radyo haberleşmelerini dinlediler ve yüzbinlerce gizli mesajı çözdüler.

Savaşın sona ermesinin ardından NSA ve İngiliz Devlet İletişim Karargahı GCQH 1947 yılında UKUSA (İNGİLTERE-ABD) anlaşmasını imzaladılar. Daha sonra İngiliz Uluslar Topluluğu üyesi Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda'nın elektronik istihbarat birimleri de anlaşmaya katıldı. Nihayet Batı Almanya, Danimarka, Norveç ve Türkiye de UKUSA kapsamına "üçüncü ülkeler" olarak eklendiler.

İngilizce konuşan beş ülke dünyanın çeşitli bölümlerindeki haberleşmeyi izlemek üzere işbirliği yaptılar. İngiltere'nin payına Afrika ile Urallar'a kadar Avrupa düştü. Kanada, kuzey enlemleri ve Kuzey Kutbu'ndaki, Avustralya da Okyanusya'daki iletişimi izleme sorumluluğunu üstlendiler. Echelon sisteminde üye ülkeler adına Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA), Kanadalı (CSE), İngiliz (GCHQ), Yeni Zelandalı (GCSB) ve Avustralya'daki DSD (Savunma Sinyalleri Müdürlüğü) görev yapıyor.



DÜNYANIN EN BÜYÜK KULAĞI: NSA


Amerika'da dinleme faaliyetlerini yürüten üç ayrı kuruluş bulunuyor; NSA (Ulusal Güvenlik Ajansı), FBI (Federal Araştırma Bürosu) ve CIA. ABD'nin 'en büyük kulağı' olan NSA, Başkan Harry S. Truman'ın 24 Ekim 1952'de imzaladığı 'çok gizli' genelgeyle kuruldu. Truman bu yeni kuruluşa, dünya çapında iletişim istihbaratı görevi verdi. Önceleri diplomatların ve askerlerin şifreli telsiz görüşmelerini dinleyen NSA, daha sonraları uluslararası sivil telefon görüşmelerini de hedefleri arasına aldı.

1960'lı ve 70'li yıllarda ortaya çıkan yönlü telsiz haberleşme ve uydu teknolojisi NSA'nın işini daha da kolaylaştırdı. Artık havaya çıkan hiçbir radyo sinyali, hiçbir telefon görüşmesi NSA'nın dünya yüzeyine dağılmış binlerce uzmanının eline düşmekten kurtulamıyordu. NSA, kurulduktan hemen sonra, gizli bir iç yönetmelik çıkararak CIA ile işbölümü yaptı. CIA de bir yıl sonra, kendi sınırlarının belirlemek amacıyla FBI ile pazarlığa oturdu. CIA'nin ülke içindeki faaliyet alanı çizildi. NSA'da halen 21 bin personel görev yapıyor. Bu rakam bazı iddialara göre 50 bin civarında. ABD, elektronik istihbarat için yılda 20 milyar dolar harcıyor. NSA'nın yıllık bütçesi ise 3,6 milyar dolar. NSA'nın Boeing 707 uçak gövdeleri üzerinde geliştirilen RG-135 tipi uçakları ABD hava kuvvetleri içinde bağımsız olarak görev yapıyor. ABD donanma gemileri görünümündeki gemileri okyanus ve denizleri denetliyor. NSA'nın yer istasyonlarının ABD büyükelçiliklerinde ya da ABD'ye dost ülkelerin topraklarında, evsahibi ülkelerin denetimine tâbi olmaksızın faaliyette bulunduğu sanılıyor. Sistemin parçaları, internet, yeraltı ve denizaltı haberleşme kabloları, telsiz haberleşmesi ya da büyükelçiliklere yerleştirilen gizli aygıtlar aracılığıyla yapılan her türlü iletişimi ele geçiriyor ve uydular vasıtasıyla NSA merkezine iletiliyor. 

Big Brother'ın gözleri
Echelon'un uydu haberleşmelerini dinleyen gelişmiş anten sistemleri, ABD, İtalya, İngiltere, Türkiye, Yeni Zellanda, Kanada, Avustralya, Pakistan, Kenya topraklarında ve muhtemelen diğer bazı ülkelerde de faaliyette. Echelon'un üye ülkelerin yanısıra açıklanmayan müttefik ülkelerde de dinleme sistemleri var. Bunlardan biri Kıbrıs Rum Kesimi'nde. Rumlar tarafından yakın geçmişte bu üs aleyhinde gösteriler düzenlenmişti. İddialara göre, Echelon sistemine ait Türkiye'de de üsler bulunuyor. Bu üssün Karamürsel'de olduğu iddia ediliyor. Öte yandan Echelon'un miadını doldurduğu düşünülen cihazları çoğu zaman bulundukları ülkenin istihbarat servislerine veriliyor. Bu iddiaya göre de, MİT'in elinde de Echelon'un eski cihazları bulunuyor.

'Umbra Gamma' gizlilik!


UKUSA sistemi çerçevesindeki haberalma çalışmalarında, öteki örgütlere kıyasla çok daha sıkı gizlilik kuralları uygulanıyor. Sistemdeki izleme istasyonlarında görev alan her kişi, bildiklerini "ömrü boyunca" saklı tutmayı taahhüt ediyor, göreve başladığında bir "endoktrinasyon" sürecine tabi tutuluyor, her somut proje için bu endoktrinasyon tekrarlanıyor. Echelon ve kardeşlerindeki en düşük gizlilik derecesi, öteki haberalma örgütlerinin "çok gizli" (top secret) kategorisinin de üzerinde "top secret umbra" damgası taşıyor. Gizlilik derecesi daha yüksek dökümanlaraysa "Umbra Gamma" damgası vuruluyor.

Gelişmiş bilgisayarlar kullanılıyor


UKUSA ittifakının çerçevesine giren tüm haberalma ağı, bir tür İnternet gibi çalışıyor. Tüm istasyonlar, bir servis sağlayıcı gibi çalışan NSA'nın "Platform" adlı merkezi bilgisayar sistemiyle irtibatlı. Sistemde ayrıca Embroidery (Nakış) Tideway (Med kanalı) Oceanfront (Okyanus kıyısı) gibi alt bilgisayar sistemleri bulunuyor. Ayrıca çaşitli birimlerin telekonferans yoluyla haberleşmesini sağlayan Gigster adlı, şifreli bir kanal da var. ABD ve İngiliz askeri haberleşme uyduları Milstar ve Skynet'in yanısıra, okyanus diplerindeki iletişim kabloları da çeşitli birimler arasında irtibat sağlıyor.

Intelink adlı özel bir sistem


Sistem, topladığı istihbarat bilgilerini de 1996 yılında NSA'nın Fort Meade'deki merkezinde kurulan ve internet esaslarına göre çalışan "Intelink" adlı bir bilişim ağıyla paylaşıyor. Intelink, ABD'nin 13 ayrı istihbarat örgütüyle bazı dost istihbarat örgütlerini birbirine bağlıyor. Yetkili kullanıcılar bir "ana sayfa" üzerindeki haritanın çeşitli yerlerine tıklayarak istedikleri ülke hakkındaki istihbarat bilgilerine ulaşabiliyorlar.


Yarım saatte 1 milyondan fazla bilgi inceliyor


1982 yılında eski NSA direktörü William Studeman'ın verdiği bilgiye göre tek bir istihbarat toplama sistemi, yarım saat içinde 1 milyondan fazla girdi sağlayabiliyor. Filtreler, bunların 6500'ü dışındakileri atıyor. Bunlardan 1000 kadarı, bir sonraki kademeye iletilmeye değer bulunuyor. Analistler bunların içinden normal olarak 10 tanesini seçiyor ve bunlardan yalnızca bir tanesi sonunda bir rapor haline geliyor. Haritalarda tüm dünyayı ince bir ağ gibi ören bu dev elektronik istihbarat ağı içinde Echelon'un 1970'li yıllarda ortaya çıktığı ve iletişimin büyük ölçüde haberleşme uyduları aracılığıyla yapılmaya başlamasıyla birlikte öneminin giderek arttığı sanılıyor.



İNTERNETİN KİLİT NOKTALARINDA O VAR



Echelon sisteminin verimliliği için internetin yaygınlaşması büyük kolaylık sağladı. Uluslararası internet ağlarının kilit noktalarına (Router) veri iletişimini filtreden geçiren adlı "Sniffer" sistemler kullanılıyor. Öte yandan, kıtalararası iletişim hatlarını dinlemek (ABD'nin okyanus tabanındaki telefon hatlarını kontrol altında tutabilmek için bu kablolara dinleme cihazları yerleştirdiği bilinmektedir; bu cihazlardan biri 1982'de kabloların bakımını yapan bir Fransız sualtı ekibi tarafından bulunmuştur) gibi çeşitli yöntemlerle, dünya üzerindeki iletişim sistemlerinden geçen veri paketleri Echelon tarafından toplan-maktadır.



TÜM VERİLER KELİME KELİME TARANIYOR


Echelon tarafından toplanan bütün bilgiler, otomatik olarak Echelon ağına bağlı "filtre" bilgisayarların içinden geçiriliyor. Her an, yüzbinlerce görüşme Echelon'a yakalanıyor. Telefon görüşmelerinin ses kayıtları, hassas "ses tanıma" yazılımları ile taranıp otomatikman metne dönüştürülüyor. Bu metinlerde, önceden tespit edilen "tehlikeli" "anahtar sözcük" olup olmadığı sınanıyor. Eğer böyle bir kelime saptanırsa, bilgisayarlar otomatik olarak o görüşmeyi hem ses hem de metin biçiminde dosyalıyor. Ardından, görüşmeyi kimin yaptığı tespit ediliyor ve görüşmeyi yapan kişi izlenmeye alınıyor.


Elektronik sinyal istihbaratı


Elektronik dinleme operasyonuna sinyal ihtihbaratı (Signal Intelligence) ya da kısaca (Sigint) deniliyor. ABD, birkaç müttefikiyle birlikte yürüttüğü "Sigint" sistemiyle her gün dünyanın her tarafından milyonlarca mesajı yasal olmayan yollarla zaptedip inceliyor. Bu sinyal istihbaratının yanısıra, genel elektronik istihbarat sisteminin bir parçası olarak IMINT (görüntü istihbaratı) devrede. IMINT, fotoğraf uydularıyla resim çekerek ve radar uydularıyla karaları ve denizleri tarayarak gerçekleştirilen bir casusluk sistemi.

Bu görevi yürüten Ulusal İstihbarat Ofisi (NRO), Amerikan gizli servisleri arasında en küçüğü. 2000 kadar görevli, uyduları yörüngesinde tutmak ve yönlendirmekten sorumlu. Bu görevliler uydularla elde edilen gizli bilgileri ABD Merkezî Haberalma Örgütüne (CIA) ve Amerikan ordusuna dağıtıyor.

Sinyal istihbaratı yalnızca ABD'nin tekelinde değil. Bu alanda en büyük istihbarat faaliyeti NSA tarafından yürütülmekteyse de, başta Rusya, Çin, Fransa olmak üzere başka bazı ülkeler de kendi sinyal istihbarat ağlarını geliştirmeye çalışıyorlar. Hatta, Danimarka, Hollanda ve İsviçre gibi ülkelerin de görece küçük Echelon türü dinleme istasyonları geliştirdikleri bildiriliyor.



HAVADA, KARADA VE DENİZDE ECHELON UYDULAR 
Dünya yörüngesindeki NSA'ya ait uydular, Echelon projesi için, ses, görüntü ve internet trafiğini gaspedip NSA'ya gönderiyor.

DENİZALTILAR 
ABD nükleer denizaltıları, kıtalar arasında haberleşmeyi sağlayan okyanus diplerindeki kablolara gizlice alıcılar yerleştiriyor.

GEMİLER 
Echelon sistemi için çalışan gemiler okyanuslarda sürekli seyir halindeler. Bu gemiler topladıkları bilgileri NSA merkezine iletiyor.

UÇAKLAR 
Boeing 707 gövdeleri üzerinde geliştirilen RG-135 tipi uçaklar, taşıdıkları süper bilgisayarlarla Echelon için çalışıyorlar.

YER İSTASYONLARI 
Yer istasyonları genelde ABD'nin büyükelçiliklerinde kurulu ve evsahibi ülkelerin denetimi olmaksızın görev yapıyor.

Echelon 11 Eylül'ün şifresini çözemedi
ABD'nin 11 Eylül saldırılarını Echelon aracılığıyla haber alamamasında en önemli neden olarak kriptoloji gösteriliyor.

11 Eylül'deki saldırı sonrasında Echelon gibi yüksek teknolojiye sahip bir sistemin kurucusu olan ABD'nin, bu saldırıları neden önceden haber alamadığı tartışıldı. 11 Eylül saldırılarının, ABD'nin dünyadaki hakimiyetini pekiştirme operasyonunun bir parçası olduğu şeklindeki komplo teorilerilerini şimdilik bir yana bırakırsak, NSA'nın 11 Eylül saldırılarını haber alamamasında en önemli neden olarak kriptoloji gösteriliyor.

Bu görüşe göre, bazı ülkeler gizlice haberleşmelerini dinleyen büyük "kulaklar"dan, bazı firmalar da bilgisayar korsanlarından korktukları için, şifreleme sistemleri büyük önem kazandı. Bu şifreleme sistemleri doğal olarak, teröristler tarafından da yaygın bir şekilde kullanılıyor. Soğuk Savaş bitene kadar modern elektronik şifreler yalnız belli çevrelerce kullanılabildi. Bunlar askeri personel, casuslar ve diplomatlardı. Bu çevreler dışında şifre kullanılabilmesi için, kullanılan şifrelerin gizli servislerce çözülebilecek cinsten olması gerekliydi.


Echelon'un çözemediği şifre


1991'de birden herşey değişti; genç bir Amerikalı bilgisayarcı Phil Zimmerman, kendi bulduğu, çözümü son derece zor, çok basit bir şifre programını ücretsiz olarak internet aracılığıyla bütün dünyaya yaydı. Bu şifre PGP (Pretty Good Privacy) olarak biliniyor (anlamı: Mükemmel Sır Saklama). NSA'yı ve dünyanın bütün gizli servislerini bir korkudur aldı; onlar ki yıllardır güvenli bir iletişim için en iyi şifreyi arayıp duruyorlardı.

PGP'den sonra ona benzer daha mükemmel şifreler bulundu. NSA bilgisayarları bunların hiçbirini, ya da hemen hemen hiçbirini, çözemiyor. Bunun için 250 haneli sayılarla oluşturulan ve çözümü süper bilgisayarların bin yıllarını alabilecek bu şifrelerin çözümü için NSA, kuramsal olarak bunları birkaç saniye içinde çözebilecek kuantum bilgisayarların gelişmesini sabırsızlıkla bekliyor ve bu araştırmaları cömertçe destekliyor.


Şifre yazılımlarını artık herkes kullanabiliyor


Şifreleme teknolojilerinin önümüzdeki yıllarda uzun süre tartışılacak bir konu olduğu belirtiliyor. Burada devletler, giderek karmaşıklaşan yapıları nedeniyle şifreleri çözmekte zorlandıklarından yeni alternatifler arıyor. Üstelik bu giderek zorlaşan şifreleme sistemlerinin internet üzerinden ücretsiz indirilebiliyor olması, herkesin mesajlarını şifreli olarak göndermesine olanak sağlıyor. Bu durum, ağlar üzerindeki dolaşan bilgileri alıkoyma yeteneği azalan Echelon gibi sistemlerin sahiplerini tedirgin ediyor. Tahminlere göre, 11 Eylül'ü Echelon sistemi, saldırıyı düzenleyenlerin yüksek güvenlikli şifreleme sistemleri kullanarak haberleşmesi nedeniyle haber alamadı.


"Arka kapı" tehlikesi


Siber uzayda dolaşan bilgileri okuma yeteneğini kaybettiği zaman, değerli bir silahını kaybetmiş olacak olan devletler, yazılımların sadece kendileri tarafından açılabilecek "arka kapı"lar bırakılarak hazırlanmasında ısrarlı.


Buna "anahtar rehim" veya "anahtar geri alma sistemi" deniliyor. Amerikan popüler söyleminde bu durum "Chipper Chip" olarak bilinir. İddialara göre, Microsoft, ABD çıkarları ve bazı ticari sırları elde etmek için, ürettiği yazılımlarda bir açık kapı bırakıyor ve bu açık kapı sayesinde, ABD askeri ve istihbarat birimleri, üzerinde Microsoft yazılımı bulunan bilgisayarlardan kullanıcı farkına bile varmadan bilgi alabiliyorlar. Bilindiği gibi, başını Rusya, Çin ve Fransa'nın çektiği bazı devletler, bu tehlikeye karşı ülke sırları ve askeri güvenliği sağlamak için, Linux tabanlı "Milli İşletim Sistemi" üretme yoluna gidiyorlar.


Echelon'u örseleme günü: Jam Echelon Day!


Echelon'un varlığının öğrenilmesinden sonra, Echelon karşıtı sivil gruplar oluşmaya başladı. Echelon karşıtlarının açtığı ve http://uid0.sk/echelon/mail_en.php adresinden ulaşılabilen bir siteden, sistemi kilitlemek için, mesaj göndermek mümkün olabiliyor. Echelon'un tehlikeli olarak tanımlamış olabileceği kelimeler, gönderilecek mesaja yazılıyor ve bu mesaj Echelon'un kurulduğu gün olan 21 Ekim günü postalanmak üzere saklanabiliyor veya hemen gönderilebiliyor.


Bu yöntemin Echelon'a karşı etkili olup olmadığı bilinmiyor. Sistemin büyüklüğü ele alındığında, "Echelon Day" kapsamında gönderilen mesajların, sembolik kalacağı varsayılabilir. Bu eylemin amacı olsa olsa, insanları Echelon hakkında bilgilendirmek ve Echelon'a karşı tepkisiz kalınmayacağını, projenin sahiplerine göstermektir.


İNTERNETİN YAYGINLAŞMASI BU PLANIN BİR PARÇASI MI?


Küresel bir bilgi ağı olan internetin yaygınlaşması ve e-devlet projelerinin geliştirilmesinin en önemli amaçlarından biri, kitlelerin daha iyi izlenmesidir. İnternet ne kadar çok yaygınlaşırsa, Echelon gibi kulaklara sahip ülkeler, ağ üzerinde dolaşmakta olan daha fazla bilgiyi alıkoyacaklardır. İnterneti kullanan, onun e-posta, haber grupları, web sayfaları, sohbet odaları gibi hizmetlerini kullanan herkes arkasında iz bırakmaktadır. Örneğin, ücretsiz e-posta adresi veren bir şirkete veya bir siteye kayıt olurken verdiğimiz bilgiler sadece o hizmeti aldığımız şirketin eline geçmez. Şirketler ticari olarak bunu başka firmalara satabileceği gibi, siber ağlar üzerinde dolaşan bu bilgiler Echelon ve benzeri sistemler tarafından yakalanır. Benzer şekilde, e-devlet projesi de hükümetlerin vatandaşlarını fişlemek ve davranışlarını izlemesinden başka bir şey değildir. E-devlet projesi, devletle olan ilişkilerimizde, bürokrasiyi azaltarak büyük yararlar sağlarsa da, bireyler için yarardan çok zarar getirebilir.


Echelon üsleri kapatılacak


NSA ve Amerikan ordusu, gelecekte uzaydan casusluk sistemlerini havada onlarca saat kalabilen pilotsuz uçaklarla tamamlamayı düşünüyor. Gelecek yıllarda casus uydular ve pilotsuz uçaklar, çok yükseklerden dünyayı dinleyen "büyük kulaklar" olacaklar ve IOSA (Integrated Overhead Sigint Architecture) mimarisi altında birleştirilecekler; bunlar sayesinde NSA'nın bir düşü gerçekleşecek: yabancı ülkelerdeki NSA istasyonlarını kapatmak. NSA, savaş karşıtlarının gösterilerine, parlamento araştırmalarına –en son Avrupa Parlamentosu örneği– ve yerel görevlilerin kaçmasına neden oldukları için çok göze batan bu istasyonları kapatmayı planlıyor. Geleceğin IOSA projesiyse uyduların başka uydularca dinlenmesine ve pilotsuz uçaklarla istihbarata yönelik. Toplanan bilgiler derhal röle (aracı) uydularla ABD'ye iletilerek işlenecek.
telefon sahtekarlığı

Bu ve benzeri sahtekârlıkların kurbânı olabilirsiniz. Hediye kazandınız, promosyon yapıyoruz, tanıtım kampanyası gibi versiyonları da var ama bu hakikaken değişik bir yöntem... Dolayısıyla, aman dikkatli olun ve lütfen aile ve dostlarınızla paylaşın, herkesi uyarın...

Arayan telefonun numarasının bir önemi yok muhtemelen 0532'li ya da diğer GSM operatörlerinden alınmış başka numaralardan da bu düzenbazlık yapılıyordur. Bir kere arayan erkek-kadın bankalardan, büyük firmalardan alışık olunan Müşteri temsilcisi, Call Center jargonunu gayet profesyonelce konuşuyor. 
Düzenbazlar, belli ki sizin apartmanınızdaki faturalarınızı da takip ediyor yahut da bazı bankalardan ya da adına aradıklarını ileri sürdükleri yerlerden bilgi topluyorlar veyahut da hackliyorlar. Ayrıca bizim verdiğimiz örnek dışında bunun Digital Platform, Banka, Alışveriş sitesi, Mağaza versiyonları da var. Hatta sesli yanıt sistemlerinin taklitlerini dahi hazırlıyorlar. Bütün maksat, kredi kartı bilgilerinizi ele geçirmek.

Konuşmaya klasik ''Tüm görüşmelerimiz güvenlik gereği kayıt altına alınacaktır'' diye başlıyor, Türk Elektrik Kurumu Tasarruflar Genel Müdürlüğü'nden aradığını söylüyor; (bu örnek vak'ada) adınızı soyadınızı, elektrik faturanız için hangi bankadan otomatik ödeme talimatınız olduğunu (buraya kadar verdiği kişisel bilgilerinizin tamamı doğru oluyor) söylüyor. Diğer alternatifte, elektrik abone no'nuzu veriyor.

Ödeme talimatı olan abonelere bir ayrıcalık verileceğini ve her faturadan %30 indirim yapılacağını söylüyor... 

Bu aşamadan sonra sizin otomatik talimatınızı biliyorsa ya başka bir banka adı veriyor ve bilgilerinizi güncelleyip o bankaya geçerseniz indirimden faydalanacağınızı söylüyor. 

Eğer, otomatik ödeme talimatınız varsa bu bankaya bilgilerinizin aktarılacağını söylüyor. 
Eğer, siz banka değiştirmek istemezseniz o zaman mevcut banka ve talimat üzerinden %15 indirim olacağını söylüyor.

Kısacası, sizin kredi kartı bilgilerinizi alabilmek için alternatifler üretiyor. Bu arada kurumun genel merkezinin telefonunu vermek gibi güven telkin edici bilgileri de katıyor fakat muhtemelen verdiği sabit telefonda da çetenin bir diğer elemanı santral operatörü gibi bekliyor.

İndirimden faydalanmanız için bilgilerinizi güncelleyeceğini söylüyor ve güven vermek için yine klasik jargonu kullanıyor ''Çok özel kimlik bilgilerimi lütfen söylemeyiniz'' ikazında bulunuyor.

Sonra da kredi kartınızın ilk 4 rakamı hariç (bu da güven vermek gibi görünse de istediği bilgi dolandırılmanız için yeterlidir) son 12 haneyi okumanızı istiyor; güven vermek için isterseniz (daha profesyonel versiyonlarında) sizi sesli yanıt sistemine bağlayacağını, oradaki menüden tuşlamanızı, işlem bitince otomatik olarak kendisine döneceğinizi söylüyor. Çoğunlukla, dikkatiniz dağıldığından tuşlayacağıma okuyayım diyorsunuz.

Verdiniz anda bittiniz demektir. Sizi ikna etmek ve bu bilgiyi alabilmek için her türlü numarayı çekiyorlar, 15-20 dakikalık görüşmeler arada sesli yanıt sistemine bağlanmalar, genel müdürlük numaraları, her türlü yolu deniyorlar.

Dolayısıyla, biz uyaralım, aman dikkatli olun, asla ''kısmen de olsa'' kredi kartı numaralarınızı vermeyin ve lütfen dostlarınızla paylaşın...

Aynalara çok dikkat

 Başka âleme açılan bir geçit olmayabilir... İçinden hortlaklar, ecinliler, kötü ruhlar da çıkmayabilir. Kırılması uğursuzluk da getirmeyebilir ama bütün bu bâtıl itikatlardan öteye, aynalar sanal âlemde sizin de kabusunuz olabilir... Zaman kötü... Teknoloji ilerledi mertlik toptan bozuldu. Dolayısıyla dikkat etmek gerekiyor.

Aynalar yalan söylemez ama aynalar istemediğiniz görüntülerinizin bilgisayardan bilgisayara dolaşmasına da neden olabilir. Özellikle hanımlara tavsiyemiz, aynalı bir yere girdiğinizde yapacağınız ilk şey bu olsun... Beyler, siz de sevgililerinizi, arkadaşlarınızı, ailenizi uyarın. Kötü niyetli insanların emellerine âlet olmayın.

Şu basit testi uygulayın: Parmağınızın ucunu, şekildeki gibi aynanın yüzeyine koyun.

Eğer yansımayla, sizin parmağınız arasında bir boşluk oluşuyorsa karşınızdaki bildiğimiz tek taraflı aynadır. Şayet sağdaki gibi hiçbir boşluk oluşmuyorsa dikkat! Çünkü o zaman karşınızdaki ayna çift yönlü aynadır.

İçinde ayna olan bir soyunma kabini, bir tuvalet ya da buna benzer ayna olan bir yere girdiğiniz zaman, bu bir saniyelik küçük testi uygulamayı sakın ama sakın unutmayın!

51.bölge



FBI'ın Nisan 2011'de yayınladığı gizli ajan Guy Hottel’in raporu, Roswell Vak'asının bir komplo teorisi olmadığını gün yüzüne çıkarttı. Rapor, 51. Bölge'de başka neler gizlendi sorusunu da akıllara bir kez daha getirirken komplo teorisi denilen olaylar gerçek mi şüphesini de doğuruyor...

2010'da İngiliz Ulusal Arşivi'nden Winston Churchill ile Dwight Eisenhower'ın yazışmalarının ve Yeni Zelanda'nın gizli UFO belgelerinin ortaya çıkmasının ardından, 2011'de FBI'ın yayınladığı rapor Roswell Vak'ası Hackerı Gary McKinnon'ın geçmişten gelen kurtarıcıları olabilir mi? Bekleyip görmek gerekecek...

''Uçan çisimlerde üç çeset bulundu... Her araçta insan vücuduna benzer üç ceset bulduk. Bulunanlar 90 santimetre boyunda ve metalik kıyafetler giyiyor. Her birinin vücudu pilotların giydiği kıyafetlere benzer bandajlarla kaplı.'' Hottel, Hava Kuvvetleri’nden bir müfettişin uzaydan gelen üç uçan dairenin ABD’nin New Mexico eyaletine iniş yaptığını aktardığını yazdı.

ROSWELL VAK'ASI NEDİR
1947'de New Mexico’nun Roswell Kasabası’na uçan daire düştüğü iddiaları o günden beri kalın bir sır perdesinin arkasında saklanmış, ABD hükümeti bugüne de bunun ''meteoroloji balonu'' olduğunu iddia etmiş ve ortaya çıkan fotoğrafları da düzmece olarak nitelemişti.

UFO churchillTarih: 8 Temmuz 1947
Yer: New Mexico'nun Roswell şehri.

Idaho'da kurtarma pilotu Kenneth Arnold, 25 Haziran'da kayıp bir uçağı Washington'daki Cascade Dağları üzerinde aramaya çıktığında havada dokuz tane disk şeklinde uçan daire gördüğünü iddia ettikten iki hafta sonrasında ''fincan tabağı'' denilen bir uçan dairenin ele geçirildiği dedikoduları yayıldı.

Ülkedeki çalkantı üzerine Pentagon, haberi yalanlayarak pilotun gördüğü ve düşenin bir araştırma balonu olduğunu açıkladı ve olayı örtbas etti. Olay yıllarca tartışıldı. ABD hükümetleri olayı hep reddetti.

51. Bölge ise bir efsaneye dönüştü, pekçok filme romana da konu oldu. Popüler bir örnekle Indiana Jones serisine konu olan Kutsal Ahit Sandığı ve orijinal 13 Kristal Kafatası'nın 51. Bölge'de saklandığı halen rivayet edilir....

27 Mayıs 1995 de Roswell Vak'ası için bir başka önemli bir tarihti. İngiliz TV yapımcısı Ray Santili 16 mm'lik 14 bobinden oluşan filmleri gösterdi. Film 82 yaşındaki ordu fotoğrafçısı Jack Barnett'a aitti. Temmuz 1947'deki Roswell UFO kazası sırasında çekilmişti ve Barnett bir kopyasını da kendisine saklamıştı. Görüntülerde uzaylı yaratığa yapılan otopsi de vardı.

Olay yine tartışılırken Pentagon ve ABD üstünü örtmeye çalışmıştı. Fakat 1947'de 51. Bölge'de Teğmen rütbesiyle görevli olan Walter Haut, ölümünden sonra açılmak üzere yazdığı mektupta, ABD ordusunun birçok teknolojiyi bu ''kazada'' ele geçen dünya dışı uzay mekiğinden aldığını iddia etmişti. Haut, 2008'de hayatını kaybedince mektup da ortaya çıkmıştı. Mektupta 62 yıl önce New Mexico Roswell yakınlarına düşen cismin içinde uzaylı cesetleri de bulunan bir UFO olduğunu ve bunların Amerikan ordusu tarafından gizlendiği yazılıydı... Bütün bunlara rağmen Pentagon ve ABD hükümetleri Roswell Vak'asının bir hayal mahsülü olduğunu iddia etmeye devam etmişti. Taa ki Nisan 2011'de FBI raporu yayınlana dek.

Roswell Vak'asını ispat etmeye çalışmak Gary McKinnon'a çok pahalıya maloldu. ABD, Otistik hacker'ın kendisine verilmesini talep ediyordu.

Mahkûm edilmesi sadece hackerlıktan mı yoksa diğer komplo teorileri gibi hayal mahsulü denilen Roswell Vak'ası da gerçekti, bunu gizlemek için mi mahkûm ediliyor diye uzun zamandır tartışılıyor. Şimdi, ortaya çıkan belgeler onun için kurtarıcı olabilir.

Winston Churchill ile Dwight Eisenhower, İngiliz Ulusal Arşivi'nin açıklanan Gizli Belgeleri buzdağının gösterilen kısmı olduğu, asıl belgelerin halen Devlet Sırrı olarak tutulmaya devam ettiği konuşuluyordu. FBI'ın yayınladığı raporla Bu da doğru çıkıyor. Biz, yine de Roswell, Bütün Kötülüklerin Anası mı denilen HAARP ve diğerlerine bakalım...

''Komplo Teorisi'' filmini hatırlarsınız, Mel Gibson'ın canlandırdığı Jerry Fletcher ve başına gelenleri. 1997 yapımı filmdeki asıl başına dert olan ''Komplo Teorisi'', HAARP'la yaratılacak Marmara Depremi ve ABD Başkanına yapılacak suikastle ilgiliydi.

Film, 1997'de vizyona girmişti. Marmara-Gölcük Depremi ve ardından Düzce depremi 1999'da meydana gelmiş ve tuhaf bir başka tesadüfle filmde telaffuz edilen 7.3'e çok yakın bir şiddette olmuş, bu da o dönemde bir sürü Komplo Teorisi doğurmuştu. Üstelik yine filmdekine benzer bir biçimde, Türkiye'de tam da depremin olacağı günlerde düzenlenecek uluslararası toplantı ertelenmiş, ABD Başkanı Bill Clinton, Düzce depreminden birkaç gün sonra toplantıya katılmak için gelmişti.

1908'de meydana gelen ve halen tam aydınlatılamayan Tunguska Olayı'nın da bağlandığı HAARP, 2010'da tekrar Komplo Teorileri'nin başrolünde fakat tarihin tozlu sayfalarından çıkan belgeler onun tahtını sarsabilir. Üstelik domino taşları etkisiyle dünyada pek çok şeyi yıkabilir.

İngiltere Ulusal Arşivi'nin gizlilik hükmü kaldırılan belgeleri arasında,  Başbakan Winston Churchill ile ABD Başkanı Dwight Eisenhower'ın biraraya geldikleri ve büyük bir UFO Vak'asına ait delillerin gizlenmesi için görüştükleri iddiasını kanıtlayacak deliller bulunması Roswell Vak'asını aydınlatabilir.

Belgeler arasında gün yüzüne çıkan başka bir belge daha var ki, bu da yıllardır kullaktan kulağa yayılan ve ''Şehir Efsanesi'' denilen bir vak'a idi.

Keşif görevinden dönen Kraliyet Hava Kuvvetleri'ne bağlı mürettebatın UFO gördüğü iddiası Churchill'e iletiliyor. Sunulan bilgi, üssüne dönen uçağın bir UFO'nun gölgesinde kaldığı; mürettebatın bu cismi fotoğrafladığı ve uçağın yanında sessizce, boşlukta asılı gibi duran cismin bir süre sonra hızla uzaklaştığı.

Churchill de bunun kitlesel panik yaratacağı ve insanların dini inançlarını yerlebir edeceği gerekçesiyle belgelerin 50 yıl gizli tutulması kararını veriyor.

Gizli İngiliz belgeleri arasından 1964'teki Blue Streak füze denemesinin bir uzaylıyı gösterdiği önesürülen 14 dakikalık kayıp film de çıktı. Belgeler daha bir süre daha halka açık kalacak ve iseteynler bu gizli hazineleri alabilecek. Fakat şimdiden belgelerin bu kadar olmadığı ve bir kısmının sadece göz boyamak için sergilendiği konuşulmaya başladı..

Peki, başka ne yakın zamana dair ne türden komplo teorileri vardı onları da hatırlayalım.

40. yılında halen tartışılmaya devam ettiği gibi Ay'a o adım atıldı mı? Halen tartışılıyor...

2009'da Dünya tarihinin en büyük salgınına yolaçacağından korkulan, bütün dünyayı krize sokan Domuz Gribi virüsünün biyolojik silah olduğu... Bu yönde bilimsel veriler de mevcut.

Popular Posts

Recent Posts

Unordered List

Categories

Text Widget